Kelime olarak “çağırmak, davet etmek, istemek, seslenmek, yalvarıp yakarmak” gibi anlamlara gelen dua, terim anlamıyla bir sevgi ve şükran ifadesi olarak inanan bir kimsenin Allah’a yönelişi, O’na yalvarıp yakarışı ve O’nunla iletişim kurup konuşmasıdır. Gerçekte dua, insan ile Allah arasında iman bağı ile kurulan ilişkiyi dışa yansıtan, Allah ile yakınlaşmayı sağlayan dinî davranışların özünü teşkil etmektedir. Bununla birlikte insanın, dua sayesinde Yüce Yaratıcı ile ilişki ve iletişim içerisinde olması, sadece dil ile istekte bulunmasından ibaret olmayıp bir gönül ve hâl eylemidir. Dolayısıyla gerçek manada samimi bir şekilde yapılan dua, insanın kalbinin Allah ile konuşması, aşk ve iman ile kalbin O’na bağlanmasıdır. Ruhun bir tür yükselişi olan duada her anlamda sınırlı olan insanın sınırsız kudret sahibi her şeye gücü yeten üstün varlığa hem zihin hem de kalp olarak yönelmesi, isteklerini O’na duyurarak O’ndan yardım çağrısında bulunması söz konudur. Alexis Carrel’in ifadesiyle “Dua, yalnızlığın karanlık mahzeninde acziyet ve çaresizlik içerisinde kıvranan insanın bir ıstırap ve yardım çığlığından başka bir şey değildir.”
Her dinde, kültürde ve toplumda dua etme eylemine rastlanmaktadır. Bu anlamda pek çok bilimsel araştırma ve gözlem sonuçları insanlardaki dua etme davranışının evrensel bir olay olduğunu, hem ilkel hem de modern toplumlarda dua etme davranışının yaygın bir şekilde görüldüğünü hatta dine karşı ilgisiz ya da inançsız kimselerin bile bazen bilinçsizce ve irade dışı dua ettiklerini ortaya koymaktadır. Kutsal kitaplara ve peygamberler tarihine bakıldığında da duanın, insanlık tarihinin inkâr edilemez bir gerçeği, insan hayatının vazgeçilemez bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an’daki dua örneklerine bakıldığında insanın bütün ruh hâllerinin dualara yansıdığı görülmektedir. Bu bağlamda Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’in, eşi Hz. Hacer ve oğlu Hz. İsmail’i bugünkü Kâbe’nin bulunduğu yere, çöle bıraktığında Allah’tan onlar için güvenlik ve rızık talebinde bulunması[1]; yaşı bir hayli ilerlemiş olan Hz. Zekeriya’nın, neslinin devamı ve çocuk sahibi olma arzusu ile Allah’tan hayırlı bir evlat istemesi[2]; kardeşleri tarafından kıskanıldığı için kuyuya atılan oğlu Yusuf’un hayatına dair büyük endişeler taşıyan Hz. Yakup’un üzüntü ve acısını Allah’a arz edip O’ndan yardım dilemesi[3]; yine bütün mal varlığını ve evlatlarını kaybeden ve tüm vücudu yara içinde kalan Hz. Eyüp’ün dert ve acı karşısında her şeye gücü yeten Allah’tan yardım talep etmesi[4] gibi ayetler, insanın, peygamber olsa bile duaya ihtiyaç duyduğunu ve duanın, hayatın ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla varlığını Yüce Yaratıcı’ya borçlu olan insanoğlu, yaşamını sürdürebilmek için de Allah’ın yardım ve rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. Carrel’in deyimiyle “İnsan, Allah’a su ve hava kadar muhtaçtır.” Zira her şeyi bilen, gören, sonsuz güç ve kudret sahibi, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah’a kıyasla aciz, sınırlı, eksik ve ölümlü bir varlık olan insanın ilahi yardım ve destek olmadan dünyanın sıkıntı ve ıstıraplarıyla başa çıkması oldukça zordur. Bilhassa fakirlik ve yoksulluk, deprem, sel, yangın, kısırlık, hastalık, savaş, açlık ve kuraklık, kaza ve ölüm tehlikesi gibi insanın acziyetini ve çaresizliğini çok derinden hissettiği badireler karşısında insanlığın ilk ve en temel tapınma şekli olan duaya başvurmayan insan sayısı son derece azdır. Anlaşılacağı üzere insan fıtraten dua etmeye eğilimli bir varlık olarak yaratıldığı için dua etmek, insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Muhammed İkbal’in ifadesiyle “Dua etme, insanoğlunun kâinatın derin sessizliği içerisinde bir cevap arayışı ve özlemidir.” Aynı ihtiyacı Hindistan’ın büyük önderi Mahatma Gandi de “Dua ve ibadet olmasaydı çıldırırdım.” demek suretiyle dile getirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de de birçok ayette[5] sıkıntı, hastalık ve felaket anında insanoğlunun duaya sarıldığı, tehlike ve sıkıntı ortadan kalkınca da kendi kendine yeterli olduğunu düşünen nankör bir kişilik yapısına büründüğü ifade edilmektedir. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’e göre insanı dua etmek için harekete geçiren faktörlerin başında ihtiyaç, istek, güçsüzlük ve çaresizlik gelmektedir. Bu ihtiyaç ve isteklerin bir kısmı dünya hayatına yönelik bir kısmı ise ahiret hayatına yönelik olmaktadır. Bununla birlikte yalnızca ihtiyaç ve sıkıntı durumlarında dua edip refah ve mutluluk anlarında dua etmeyi bırakmak, pek çok Kur’an ayetinde kınanmaktadır.[6] İslam bilginleri ve sufiler de insanı duadan koparan refah ve mutluluktan Allah’a sığınmışlar ve bunu büyük bir bela ve felaket olarak nitelendirmişlerdir. Çünkü insanın duadan yüz çevirmesi, Allah’a tenezzül etmemesi, varlık sebebine ve kendi gerçeğine sırt çevirmesi anlamına gelir ki bu da sapmanın, azgınlığın ve insanın kendi özüne yabancılaşmasının en üst derecesini teşkil etmektedir. Dolayısıyla refah ve mutluluk anlarında nimeti verene karşı yapılacak şükür de bir tür duadır, refah ve mutluluk da inanan kişiyi dua etmeye yönelten bir başka sebeptir.
İnsanoğlunun en temel ve evrensel ihtiyaçlarından birisi olan duanın, insan psikolojisine olumlu yönde birçok etkisinden söz etmek mümkündür. Her şeyden önce dinî inanca sahip olmayan ve dua etmeyen insanlar hayatın güçlükleri, olumsuzlukları karşısında, birtakım başarısızlık durumlarında kolayca sarsılabilmekte, bu tür ruhi şoklarda uygun bir sığınak bulamadıklarından umutsuzluğa ve bunun neden olduğu birtakım ruhsal rahatsızlıklara yakalanabilmektedirler. Hâlbuki Allah’a olan inancı, güveni, bağlılığı tam olan bir mümin, bu tür durumlarda dua ve ibadet gibi birtakım manevi sığınaklardan faydalanmak suretiyle sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Yaratıcı’ya sığınarak âdeta kendisini ve hayat enerjisini yenileme imkânı bulabilmektedir. Bu nedenle psikolog Dale Carnegie, “Binlerce insan, hayatın güçlüklerine tek başlarına göğüs germeye çalışacaklarına hayatın sahibi olan Yüce Kudret´ten yardım isteselerdi ruh doktorlarının kapısına düşmezlerdi.” demek suretiyle duanın ruh sağlığı üzerindeki olumlu tesirlerine dikkat çekmektedir. Devamlı ve samimi bir şekilde yapılan duaların, insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde gözle görülebilir somut birtakım tesirler meydana getirdiği bilinmektedir.
Çağımız insanının en büyük sıkıntılarından birisi kalabalıklar içerisinde kendisini yalnız hissetmesidir. Bu husus, onun ruh sağlığını da olumsuz yönde derinden etkilemektedir. Oysa Allah’a inanan, dua ederek O’na yönelen ve O’ndan yardım dileyen kimse için ruh sağlığını tehlikeye sokacak derecede bir yalnızlık söz konusu değildir. Esasen konu ile ilgili ayet ve hadislerde de inanan insanın dua ederek Allah’a yönelmesi ve O’ndan yardım istemesinden Allah’ın hoşnut olacağı ve duasına cevap verileceği vurgulanır. Mümin kimse bir tehlike ve felaket karşısında dua etmek suretiyle temel güven kaynağı olarak Allah’a sığınmaktadır. Bu sayede mümin, zihnî, manevi, ahlaki güçlerini daha iyi bir şekilde kullanmakta, onun endişe, korku ve sıkıntıları yatışmakta, kişiliği en üst derecede bütünleşme imkânı bulmaktadır. Böylece dua eylemi sonucunda insanda bir itimat ve güven hissi, beraberinde kaygı düzeyinde bir azalma meydana gelmektedir. Dolayısıyla aktif bir zihinsel başa çıkma stratejisi olarak dua, çoğu zaman kaygı, sıkıntı ve üzüntü verici durumlarda kişinin kendi kendisini tedavi etme sürecinin bir parçası olmaktadır. Yapılan araştırmalarda dua etmenin, beyin dalgalarını değiştirme, gevşeme vb. olumlu yönde birtakım fiziksel değişimlere sebep olduğu ve bilhassa huşu içinde dua etme biçimlerinde bu tür psikolojik değişimlere sıkça rastlanıldığı ifade edilmektedir.
Günümüzde hem bedensel hem de ruhsal rahatsızlıkları tedavi edici yönde etkisi olduğu bilindiği için dua, tıp doktorları tarafından da başvurulan bir yöntem hâline gelmiştir. Duada psikanalitik tedaviye benzer bir yöntem izlendiği ileri sürülmektedir. Dua eden bir kişi, hiç kimseye söyleyemediği sırlarını gizli açık her şeyi bilen ve gören Allah’a itiraf etmekte, böylece ruhi anlamda bir rahatlama ve sükûnete kavuşmaktadır. Dua yoluyla pek çok ruhsal hastalığın iyileştiği, psikolog ve psikiyatristler tarafından da kabul edilmektedir. Zira dua, insanın ihtiyaçlarının ve gerçekliğin farkında olmasını, günahlarından kurtulma ve bağışlanma duygusunu sağlamakta, korku, endişe ve stres durumlarını hafifleterek ümit ve inanç duygularını ortaya çıkarmakta, güven ve huzur vermektedir. Dua eden bir kimsenin Allah ile iletişim hâlinde olması duygusal enerjiyi harekete geçirmekte, onu diğer insanların ihtiyaçlarına duyarlı hâle getirmekte, sosyal ve özgeci olma yönünde güdülemektedir. Dua, kişiyi olacak şeylere hazırlayarak ibadet etme azmini beslemekte ve kişiliğini yeniden yapılandırarak bütünleştirmektedir. Ayrıca duanın, genellikle çeşitli durumlara bağlı olarak gerçekleşen ölüm olaylarında mahrumiyete katlanma ve acıyı azaltma, direnme gücünü arttırma yönünde etkisi ve katkısı olmaktadır. Bunun yanında depresyonla başa çıkmada, stresi yenmede, nevrotik ve psikotik birçok hastalığın tedavisinde duanın olumlu yönde etkilerinin ve katkılarının olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda dua ile ilgili olarak yapılan bir araştırmada, depresyon belirtisi yaşayan kişilerin yüzde 75,6’sının dua ettiklerinde bu durumdan kurtulduklarını ifade ettikleri tespit edilmiştir.
Ruhsal hastalıkların yanı sıra dua etmenin bedensel rahatsızlıkları da iyileştirici yönde gücü olduğu ifade edilmektedir. Zira bedensel hastalıkların pek çoğunun psikolojik temelli olduğu hususu göz önünde bulundurulduğunda, tüm hastalıklardan iyileşmede hastanın maneviyatını yükseltme, ona moral takviyesinde bulunma bilhassa dua ile mümkün olmaktadır. Bu anlamda her türlü tedavinin imkânsız ve başarısız olduğu bedensel hastalıklarda duanın olumlu yöndeki sonuçlarının kesin olarak tespit edildiği bilinmektedir. Örneğin Fransa’da bulunan Lourdes Sağlık Bürosu’nda yapılan gözlemler sonucunda dua yoluyla kanser, böbrek iltihapları, ülser, akciğer, kemik veya karın zarı veremi gibi pek çok hastalığın süratle iyileştiği tespit edilmiştir. Dua yoluyla tıbbi rahatsızlıkların iyileşme sürecinin genellikle benzer şekilde olduğu, başlangıçta büyük bir ıstırap, birkaç saniye ya da en fazla birkaç saat içerisinde arazların kaybolup anatomik yaraların kapandığı ve hastanın iyileştiği ifade edilmektedir. Bu noktada çok yönlü psikolojik etkileri olan duanın şiddet ve kalitesinin ayrıca dua edenlerin samimi ve halis niyetli oluşlarının belirleyici bir faktör olduğu ifade edilmektedir. Ayrıca duanın hem psikolojik hem de bedensel hastalıkları iyileştirici yönde etkisinin yanında kişilik ve ahlak gelişimi üzerinde de olumlu yönde tesirleri olduğu ileri sürülmektedir.
Kaynakça:
1- Bakara, 2/126.
2- Âl-i İmran, 3/38.
3- Yusuf, 12/18.
4- Enbiya, 21/83.
5- Zümer, 39/49; Lokman, 31/32; Ankebut, 29/65.
6- Yunus, 10/12, 21-23; İsra, 17/67; Fussilet, 41/50-51; Fecr, 89/15.
(Makale, Diyanet Aylık Dergi’nin Mart 2023 sayısından alınmıştır.)